Kas is the last county town located on the south-west cost of Antalya. Antiquity name of Kas was Antiphellos (facing Phellos). As written on ancient sources; Antiphellos means “the extension of Phellos on sea” or the “coast of Phellos (stony place)”. Antiphellos is now a village located on the north of Kas and called Cukurbag.
Till near future Kas was a small fishing town and a seaport. Within last years as tourism quickens the town progression, it became a tranquil resting place for holidaymakers and tourists. On the west tongue of the town lays a Hellenistic theatre which is the most important antic ruin found around. Late age church which now serves as a mosque, antic stone grave which still exists and lies on the intersection of narrow streets of Kas, temple ruins on the way to antic theatre and the grave room carved inside a granite rock above the antic theatre are the most important places to be seen during your stay in Kas. The area which is famous with its magnificent bays, stunning underwater beauties, wonderful diving points and ancient shipwrecks has become one of the world’s important diving centers.
The most remarkable ancient Egypt shipwreck dated to 14 BC is found in Uluburun which is situated between Kas and Kekova. Uluburun is found to be one of the worlds most significant and a rare findings of underwater archaeology. Its route has been identified by archeologists after years by impatient studies.
Kas also stands as a good and esteemed example for protecting the traditional village life. On the east of Kas there is an extinct and heavenly city called Theimussa which strikes many people’s attention with its tombs rather than the ruins of giant structures. Heading to south after the 18th km of Kas-Demre road you can reach to Theimussa where one can view the most impressive spectacle. While approached from sea to this ancient village, two islets form a triple entrance called “Ucagiz” in Turkish. Antique city’s entrance gate still stands on a street of the Ucagiz Village. Just like in old ages, Theimussa is still a port today visited by many yatches for headfast and as a holding bay.
Kaş'ın yakın tarihi (in turkish only for the moment)
1900-1923
Kaş - Meis: Mübadele Yılları
Kaş ismini bölgenin eski merkezi Kasaba'ya bağlı sahillerin şeklinden alıyor. Hilal şeklindeki sahillerin hemen ortasında göz şeklinde Meis (Kastellórizo) bulunuyor. Kaş ve Meis kaş ve göz gibi birbirinden ayrılamıyor. (Zaten bir yoruma göre Kaş'ın eski ismi olan Andifli de "Meis'in Dostu" olarak biliniyor.*)
İşte tam da buna tezat bir şekilde, Kurtuluş Savaşı'nın ardından imzalanan Lozan Antlaşması'na ek olarak "Türkiye-Yunanistan Nüfus Değişimi" adı altında bir protokol imzalanıyor. Buna göre iki ülke yurttaşlarının din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutulması gerekiyor.
Bu mübadele sonucunda Ortodoks Hristiyan Rumlar Anadolu'dan Yunanistan’a; Müslüman Türkler de tam tersi yönde Yunanistan'dan Anadolu'nun çeşitli yerlerine göç etmek zorunda kalıyor.
Türkiye’ye gönderilenler Akdeniz kıyılarını da içine alan pek çok yöreye yerleşiyor.
1912
Bir Meis Macerası:
"Yaban Mahallede 40 Gün"
dcstamps.com
Merhum Mehmet Çukurbağlı Kaş'ta eskiden muhtarlık yapmış I. Dünya Harbi'ni ve İstiklal Harbi'ni görmüş bir Kaşlı. Manifaturacı.
Bizim de bu yazı dizisinde baz aldığımız "Çile Yılları: Anılarda Kaş" kitabında İsmail Sadık'a anlatıyor o yılların Kaş'ını. "Kaş'ta o yıllarda tahsil görmek ne mümkün..." diyor; tek çare bir yolunu bulup Meis'e geçmek oradan da Rodos'a gitmek. Orada yatılı ve ücretsiz bir okul var.
O da aklına koyuyor okumayı ve Kaş'tan o zamanlar günde tek sefer olan bir vapurla, Kosta isminde birinin yardımıyla Meis'e geçiyor. O zamanlar orada herkes kasket takıyor. Kafasında fesle dolaşan sadece 14 yaşındaki Mehmet amca olduğu için birisi yanaşıyor ve "Sen Türk müsün?" diye soruyor. Evet cevabını alınca hemen devam ediyor: "Nereye gidiyorsun?" Mehmet amca utana sıkıla Rodos'a gittiğini, okumak istediğini söylüyor. İyi giyimli bey "Beylik pilavı yiyeceksin demek..." diyor. Okul yatılı ve ücretsiz olduğu için hem okumak hem yemek ücretsiz. Bu yüzden 'beylik pilavı' deniyormuş. Mehmet amca evet deyince hali vakti yerinde olan bu zat "Gitme," diyor. "her şey çok yakında değişecek, çok çile çekersin." Mehmet amca bunu duyunca inanıyor ve vazgeçiyor Rodos'a gitmekten.
Geri dönmek istiyor ancak dönemiyor. Vapur seferlerinin iptal edildiğini öğreniyor. Meis'te hastalık başlamış diye Türk tarafı Meis'ten kimsenin gelmesini istemiyormuş. 14 yaşında, çocuk haliyle orada kalakalıyor. Sonrasında etrafında toplanan diğer çocuklar onunla dalga geçiyor ve fesini alıp denize atıyorlar. Mehmet amca gidip alıyor geçiriyor kafasına tekrar, fesi çok uyduruk olduğu için hemen boyası çıkıyor ve yüzü gözü kırmızı boyaya bulanıyor. Çocuklar, gençler, yaşlılar herkes etrafına toplanıp gülüyorlar. Çok utanıyor bu durumdan.
Sonrasında Mehmet amca Hükümet Konağı'na gidiyor ama umduğunu bir türlü bulamıyor. Kimse Türkçe bilmediği için derdini anlatamıyor. Neden sonra Türkçe konuşan bir kadın geliyor ve içeri alınmasını sağlıyor. Meis kaymakamı tercüman yardımıyla onu dinliyor; yemek ve su veriyor. Ardından adadaki camide bir oda ayarlıyor. İçi rahatlasa da memleketine bu kadar yakın ve bu kadar uzak olmaya alışamıyor. Sonraki günlerde onunla dalga geçen çocuklarla arkadaş oluyor. Evlerine gidiyor, misafir oluyor ama yine de vatanım diyor.
Geçen kırk günün ardından Mehmet amca kendisini adaya getiren Kosta'yı, "1 mecidiye" ücrete ikna ediyor ve onunla birlikte Kaş'a dönüyor. Oğullarına kavuşma ümidini yitiren ailesi çok seviniyor. Kaymakam bir zaptiye gönderiyor ve evinden aldırıyor Mehmet amcayı. Hikâyesini dinledikten sonra gerçeği de anlatıyor. Meis'tekiler Kaş'a ne kadar muhtaç olduklarını anlasınlar diye Türk tarafı çıkarmış hastalık söylentisini. Politika yine kardeş iki memleketi birbirinden ayırıyor. Ta ki 12 Eylül 1980'e kadar.
Mehmet amca diyor ki: "Biz Meis'e bir Yunan adası diye bakmıyoruz ki... orası bizim bir parçamız. Orası bizim bir mahallemiz. Topraklara sınır konulur ama gönüllere değil."
1915
Kaş: "Ölüsü Kandilli Memleket"
Kaş, Çukurbağ, Turkey
Kaş'a eskiden "ölüsü kandilli memleket" denirmiş. Bunun sebebiyse yeni ölülerin baş ucunda 40 gece boyunca fener yakılmasıymış. Buraya kadar her şey biraz garip ama normal diyebileceğimiz sınırlar içerisinde. Asıl tuhaf olan kandilin yakılma nedeni...
Kaş ormanları henüz bunca biçilmemişken bu bölgede sırtlan (evet, Afrika'da yaşayan) çakal, kurt, ayı gibi hayvanlar bolca yaşıyorlarmış. Eğer ölülerin başına bu hayvanları ürkütecek fenerler konulmazsa, çakallar, sırtlanlar mezarları açıp yeni mevtaları yiyorlarmış. İşte Kaş'a ölüsü kandilli memleket deniyor olmasının nedeni buymuş.
1908 - 1965
Binyılların Mirası: Kaş'ın Olmayan Suyu
Cumhuriyet öncesinde ve cumhuriyetin ilk yıllarında Kaş'ın en büyük sorunlarından biri su sorunuydu. Bölgenin dağlarla çevrili olması her ne kadar buranın doğal güzelliklerinin korunmasına yardımcı olsa da, aynı zamanda üzerinde çalışılması zor şartları da beraberinde getiriyor.
Su, Kaş sahil kısmına ilk kez 1908 yılında Pınarbaşı'ndan geliyor. Ancak suyun kireç oranı çok yüksek. Sürekli borular tıkanıyor; arızalar meydana geliyor. Dolayısıyla sürekli kesintiler gerçekleşiyor.
Burada bir ara not olarak Kaş Zabıta Müdürü Mustafa Atılgan'la yaptığımız görüşme sırasında su ve kanalizasyon sistemiyle ilgili anlattıklarına değinmekte fayda var.
"Kaş çevresinde yaşayan Türkler daha fazla yörük (göçebe) bir kültürden geliyor, dolayısıyla zanaatkârlık, ustalık bilgileri az" diyor Mustafa Bey ve ekliyor, "Mübadele yılları sonrasında İtalyanların ve Rumların burayı terk etmesi bölgede çok ciddi bir yapısal soruna yol açmış. İnşaat işleri, müteahhitlik vb. gibi iş kolları bir anda yok olmuş. Dolayısıyla burada yerleşik hayata geçen Türkler bu işleri de öğrenmek zorunda kalmışlar." Haliyle bu da zaman almış.
Pınarbaşı'ndan gelen suyla ilgili de bu zorluklar yaşanmış olacak ki yine İtalyan müteahhitler gelip onarımını yapmışlar. Yıllar sonra da kireç oranı çok yüksek olduğu için bu suyun içme suyu olarak kullanılmaması gerektiği ortaya çıkmış.
Neden sonra 1965 yılında bölgeye çok ciddi bir ıslah çalışması yapılmış ve Gömbe'den su getirilmiş. Bu suyla ilgili de yine hem inşa aşamasında hem de sonrasında, çetin coğrafi şartlardan dolayı çok sorun yaşanmış.
Bugün iki farklı su kaynağından Kaş'a ve çevre köylerine su geliyor. Kanalizasyon sistemiyse halen Likyalıların, Rumların ve üstüne Türklerin yaptığı tümleşik bir altyapı üzerinde çalışıyor.
1932
Kaş'ın Yol Sorunu: "Aha Şu Dağların Ardı..."
Kaş'ın en önemli sorunlarından biri her zaman ulaşımdı. Şehir çepeçevre saran dağlar ve deniz, buraya ulaşımı binyıllardır çok zorlu bir yolculuğu çevirirdi.
Günümüzde bu sorun Kaş'ın bölgenin diğer beldelerine görece daha bakir kalmasına yol açmış olsa da, erken cumhuriyet döneminde bölge halkının en büyük problemi hala ulaşımdı:
1932 yılına kadar Kaş'a gelen herhangi bir yol bulunmuyordu.
Sadece dağ yolları ve patikalar vardı, bunlar da sadece katır ve ekseriyetle develerle ulaşım sağlanabilen yollardı. İlk yol yapım çalışmaları bölge halkının Kasaba nahiyesi yakınlarında bulunan Karadağ köyünden Finike'ye ulaşma çabalarıyla başlıyor. Ancak çetin coğrafi şartlar, kazma ve küreklerini alıp yol yapmaya çalışan bölge halkına izin vermiyor. Daha sonra aynı şekilde yine halkın çabalarıyla Gömbe yolu işleniyor.
Mavi Bar Henüz Ambar Olarak Kullanılırken
Devlet daha sonra alakadar oluyor ve Elmalı / Korkuteli yolları yapılıyor. Bu yol Kaş'a gelen ilk motorlu taşıtları da beraberinde getiriyor. Bundan önce Antalya'ya ancak deniz yolu ile ulaşılabiliyorlar. O da ancak birkaç gün içerisinde.
Bu süreçte bölgede hükûmet hekimi var ancak o da sadece belirli vakalara müdahale edebiliyor. Dolayısıyla ciddi bir rahatsızlığı olan kişiler eğer yetiştirilebilirlerse Fethiye ve Antalya'ya deve ve katır sırtında taşınıyorlarmış. Çoğu kez de yetiştirilemeyerek çetin dağ yollarında canlarını veriyorlarmış.
Kaş'ın bugün bilinen sahil yollarının yapılması da 1970'li yılların başında gerçekleşiyor. Kaş - Fethiye yolu ve Kaş - Finike bağlantı yollarının yapılması sonucu bölgenin ulaşım sorunu da çözülüyor.
1946
Denize "Mahkûm" Hayatlar
Yollar yapılana kadar bölgenin en önemli ulaşım kaynağı haftada üç kez gelen vapurlar. Bu vapurlar Kaş'tan İzmir'e oradan da İstanbul'a gitmeyi mümkün kılıyorlarmış. Bu yolculuk ziraat emeklisi Mehmet Ali Yılmaz'ın anlattığına göre ancak bir haftada tamamlanabiliyormuş.
Bunun dışında Kaş'ın dağlık bölgedeki sert hava şartlarından dolayı bölgeye sebze, ekin gelişi de zorlaşıyormuş. Dolayısıyla bölgenin besin ihtiyacı Meis hinterlandından gelen küçük motorlarla karşılanıyormuş.
1944 - 1952
Kaş'ta Aydınlık Geceler: Elektriğin Gelişi
Bölgeye elektriğin gelişi jeneratörlerle mümkün olmuş.
Bundan önce Kaş'ın geceleri tamamen karanlıkmış. Kaş'ın merhum eski Belediye Başkanı Nevzat Göçmen'in anlattığına göre; o dönemde geceleri halkın en büyük problemi bu kasvetli karanlıkmış. Özellikle günler kısaldığında uzun geceler Kaş halkına buraları dar ediyormuş.
Gaz çok pahalı olduğu için gazlı fenerler yerine zeytinyağıyla çalışan fenerlerle yolların bir kısmı aydınlatılıyormuş ama onlar da ancak kendini aydınlatan kandillerden ibaretmiş.
Kaş'a ilk elektriği, 1944 yılında bir gazojen motoru ile sağlanıyor. Buranın makine kullanımını bilen ilk ve zamanının tek sakini olan Süleyman Yıldırım sayesinde oluyor bu da.
Bölgede bolca odun kömürü bulunmasını bir fırsat olarak gören Süleyman Bey, odun kömürüyle çalışan bir gazojen motoru vasıtasıyla bugünkü Cumhuriyet Meydanı ve çevresine elektrik veriyor. Bu sayede sadece Elmalı'da yapılabilen un öğütme işi burada da yapılmaya başlıyor. Etrafındaki hane halkına da ampul başı 5 lira karşılığında elektrik dağıtılıyor.
1952 yılında hükûmetin tahsis ettiği Skoda marka 65 beygirlik bir jeneratörle Kaş'ın karanlık geceleri bir anlamda son buluyor.
1947
Kaş'ın İlk "Oteli"
Yine Kaş'ın merhum eski Belediye Başkanı Nevzat Göçmen'in anlattığına göre, Kaş'ın ilk oteli aslında tam olarak bir otel değil bir han. Bakkal Hidayet Özden'in yine kendisinin işlettiği hanın altı ahır üstüyse birkaç yataklı bir han olarak kullanılıyormuş.
Ilk Restoran "Eris Restoran"
Ahır her ne kadar soğuk kış geceleri aynı zamanda bir kalorifer vazifesi görüyor olsa da otelin kokusunu hiç de iç açıcı kılmıyormuş.
küçük çakıl plajı ..
Burada genel olarak çevre köy ve kasabalardan gelen köylüler kalırmış. Zaten çok yorgun ve alışkın oldukları için de bu koku onlar için çok sorun teşkil etmiyormuş. Zaten kokudan rahatsız olanların da yapacakları çok bir şey yokmuş.
Kalacak bir tane yer var zira...
Kaş, Doğruyol Caddesi, Turkey
Kaynak: line.do
1960'li yillar
1970
1980